Ayfer Tunç'un tüm kitaplarındaki akıcılığı ile, sizi, sizdeki ağrının ağırlığı ile daha derinlere çeken romanı.
Kitap bitip yüzeye çıkmak istediğinizde de üzerinizde uzun zaman etkisini hissediyorsunuz.
Bu öyle bir ağrı ki yaşama sevincinin zayıf ışığını sömüren, oksijensiz bırakıp söndüren soğuk ve puslu hayatın size verdiği limonlardan her zaman limonata yapılmıyor.
Tanıdık karakterler, tanıdık şehirler, tanıdık insanlar, tanımlayamadığınız aynı travmatik ağrı.
Bir nefeste okunacak bir hikaye Aziz Bey inki. Kim hayatta ne koparabilirse o kadarını koparabildi Aziz Bey de. Yanlış dala uzanan elleri hep boş kalsa da yine de sevindi, üzüldü, yaşadı. "Ama bilmiyordu ki vücudun ruha ihanet etmediği anlar pek azdır. Ne çok ister insan büyük kederlerin ardından ölüp gitmeyi de, başaramaz. Ruh, başına kara bir hale takarak göğe yükselmek için çırpınır ama vücut dünyalıdır; yer, içer, yaşar."
Değişik bir anlatım şekli ve çok samimi küçük öyküler. Öğle arası başladım okumaya an itibariyle bitti. Beni hiç üzmedi ve yormadı. Aksine çok tatlı bir anı bıraktı arkasında. İyi ki okumuşum dedirtti bana. (özellikle Yatak ve Veysel'in kanatları öyküleri çok hoşuma gitti ;))
Aslında 2. kitabını almayı düşünmüyordum ama okuyan insanlardan duyduğum kadarıyla güzelmiş. Alacağım diğer kitaplar arasında yer kalırsa almayı düşünürüm.