Tükendi
Gelince Haber VerBir masa… üstünde paslanmayan bir makas ve kopmayan bir iplik. İki zarf… biri düğüm, biri çizik. Ve “Tutanakçı” denilen bir adam: kararları kayda geçirdiğini sanırken, aslında kendi kanıyla yazdırılan bir hükmün içine çekilen bir insan. Jean-Paul Sartre ile C.S. Lewis, kapısı olmayan bir odada karşı karşıya geldiğinde soru basit görünür: Seçim mi kaderi doğurur, yoksa kader mi seçimi kılık değiştirir? Ama her cümle, ipliği biraz daha sıkar; her susuş, birinin hayatından zaman çalar.
Bu roman, özgür irade ile kaderi tartışmakla yetinmez: okuru bir bekleme alanının aynalarına, “sonra” kelimesinin cinayetine, suçluluğun ve bağışın kilitsiz kapılarına sürükler. Sartre “kaçma” diye bastırdıkça, Lewis “yüzleş ama yalnız kalma” diye fısıldar; ikisinin arasında kalan okur, kendi hayatındaki gecikmeleri, bahaneleri ve karar anlarını yeniden görmeye başlar. Çünkü bu hikâyede asıl düello iki düşünür arasında değil—senin içinde yapılır: Affetmek bir sonuç değilse, biz kimin bekleyişini bitirmek için yaşıyoruz?