Hamdullah Suphi Tanrıöver (1885, İstanbul - 10 Haziran 1966, İstanbul), hitabet sahasındaki başarısıyla "Millî Hatip" olarak anılan, şair, yazar, hatip ve siyaset adamıdır. Biyografisi incelendiğinde, Milli Mücadele Dönemi’nde mitinglerdeki hitabet yeteneğiyle milli duyguları harekete geçiren bir isim olduğu görülmektedir. Hamdullah Suphi, Galatasaray Sultanisi'nden mezun olmuş, öğretmenlik, büyükelçilik ve Türk Ocakları’nda başkanlık yapmıştır. TBMM'de milletvekilliği ve Milli Eğitim Bakanlığı yapmıştır. Yazar, Nâmık Kemal Bey Magosa’da ve Dağ Yolu gibi eserlerle tanınmış olup, eserleri farklı dergilerde ve gazetelerde yayımlanmıştır. "Tanrıöver" soyadını Mustafa Kemal Atatürk’ün kendisine verdiği bilinmektedir. Ayrıca Hamdullah Suphi, Mehmet Akif Ersoy'un İstiklâl Marşı’nı yazması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde millî marş olarak kabul edilmesi için özel bir çaba sarf etmiş, İstiklâl Marşı’nı TBMM'de okuyan ilk kişi olmuştur.
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in hitabetlerinden, makalelerinden ve şiirlerinden oluşan toplam beş eseri aşağıda listelenmiştir:
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in İlk Eseri Nedir?
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in ilk eseri 1909 yılında yayımlanan Namık Kemal Bey Magosa’da adlı şiir kitabıdır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in şiir, makale ve nutuk türünde toplam beş adet basılı eseri bulunmaktadır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, sanat hayatına şiir ile adım atmıştır. Şairin bilinen şiirlerinden on beş tanesi şunlardır:
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in yukarıda listelenen şiirleri arasından en önemli beşi aşağıda verilmiştir:
İSTANBUL’DA BİR AKŞAM
Karşı evlerde ağlayan bir ses,
Bir küçük nâğme-i şikeste-heves,
Eskimiş bir sükût içinde yürür,
Kapılar örtülür; sokaklarda
Mütefekkir ve muhteliz, tenhâ
İki, üç pây-i mâtemi sürünür.
Beldenin ufk-ı iğtirâbında
Ateşin bir güneş ufûl etmiş,
Sanki â'sâr içinde zâil olan
Bir yığın kanlı râyet-i gıryân
Düşen eb'âda hep nüzûl etmiş,
Akşam olmuştu. Penbeliklerde
Parçalanmış, dumanlı yelkenler
Gibi bir çok şehâb-ı efsürde
Bir betâetle eyliyordu güzer
Eve nisyân içinde bir düşkün,
Sanki bir cebhe-i emel-mehcûr,
Bir siyah tayf-ı münfail, meksûr
Gibi ben avdet eyliyordum o gün.
Müşteki bir heves-i gam dökerek
Bir kadın geçti. Bakmadan tanıdım,
Ben onun eski âşinâsıydım.
Yine bî-çâre kollarında onun,
Vardı bi-tâb ü münkesir, o melek,
Hasta bir tıfl-ı sâkit ü mahzûn.
Bu senin nuhbe-i hayâlindi,
Bu ümîdin ki böyle kaldı sakat,
Sana bir yâd-ı mâtemî ebedî.
Sana ben kalben ağladımdı, fakat
Acı bir hisle muztarib, küskün
Söylüyordum yavaş yavaş tekrar:
Herkesin kollarında böyle, bugün
Müteverrim, sakat çocuklar var.
(1901)
ONA DAİR
Başımda mâtem-i hicrânı eyliyor iskât
Bu bir sükûn-i münevver, bu mevc-i rûh-i seher.
Bu saçların, gözü ru'yâya nakl eden huzemât,
Bu işte rûhu hayalâta bağlayan teller.
Nazarlarında derin bir semâ-yı meh-tâbın
Düşündüren, düşünen vakfe-î sükûneti var;
Ve her bakışta bu bir ihtisâs-ı bi-tâbın
Eder sükûnunu kalbimde bir zaman bidâr.
Ve bir tesâdüf-i enzâra karşı gözlerini
Bir ihtirâz-ı perîşan içinde gizlerken,
Öper dudaklarının nâzikî-yi müskirini
Bir iştiyaak u perestişle gözlerim birden.
Meşâm-nevâz ü esîrîsin, en rakîk ezhâr
Nefeslerinde bırakmış bir ıtr-ı nâz ü hayâl;
Nefeslerin sanılır nefha-yî riyâh-ı bahâr,
Revân eder dil-i aşkımda bir havâ-yi visâl.
Nazarlarında bana tevdî'-i rûh eder ba'zen,
İçinde bir güneşin lem'a-yî füyûzâtı
Sarar muhabbetime bir ziyâ revâzişten
Ve kalbimin uzanır lerzîş-î münâcâtı.
Zaman olur ki bütün gölgelerle gaşy-i melâl,
Uzak bir ufka bakan bir nigâh ile mahzûn,
Sükûn içinde kalırsın. Fakat nedir ki bu hâl
Sesin durur, yine bir şeyler anlatır rûhun.
Ve ben semâya bakan bir nazarla mest-i hayâl,
Ulûvv-i hüsnüne bir ihtirâm ü takdîsin
Lisân-ı aşkını rûhumla eylerim îsâl.
Cevâb olur buna meyl-î rükûdu gözlerinin.
(1902)
HİSS-İ İNTİKAM
Ba'zen hayâlimin kararır ufk-i ru'yeti,
Bir ukde bağlanır, körelir orda muttasıl.
Bir ukde, bir suâl, onu sarsar, yorar asıl
Hâlâ: Nasıl olur? Nasıl olmak? Evet, nasıl?
Bir türlü anlamaz bu mükerrer cinâyeti.
Başlar gelip dökülmeğe samt-î melâlime,
Artık yavaş yavaş uyanan dalgalar gibi
Bir kıt'anın kederleri, medd-i mesâibi.
Ey hakkımın ve hakların âsî metâlibi
Bir kin ü gayz ile kısılan ellerim kime?
Parmaklarım demirlenerek yumrulur, donar;
Bir sisle istitâr ederek öyle nâ-gehân,
Bir başka ufka doğru olur gözlerim nihân,
Umkunda bir cidâl-i müheykel tüter, yanar...
Üstünde bin avâsıf uçan bir ağaç gibi
Saklar cebin-i ye'simi bir hiss-i mümtelî...
Karşımda pür-vekaar ü muhakkir bakıp duran
Ey çehre-î hadîd ü gazûb, böyle hep devâm
Eyler mi sürdüğün bu tahakküm, bu ihtişâm?
İnmez mi burc-i gayzına bir berk-ı intikam,
Olmaz mı leyl-i zulmüne bir fecr-i hûn-resân?
(1906)
ANNEMİN DERDİ
Melâl içinde yanan, kalbi bî-niyâz ü emel
Fenâya terk eden en eski bir mesâ-yı aden;
Melâl içinde yanan kalbe bir huzûra bedel
Derin, feci', acı bir hiss-i intihâ getiren
Bir akşamüstü, yazın, bundan altı yıl evvel,
Yanımda ye's-i muhîtâta karşı mest-i elem,
Yanımda başka bir akşam kadar hazîn annem.
— Hani sen, anne, her zaman derdin:
"Bir küçük derd içimde saklıyorum.
Büyü, âtîde söylerim oğlum.”
Neydi ketm ettiğin küçük derdin?..
Odamda yanyana annem ve ben ve bir akşam
Ve cevfi-i kalbe dolan dalga dalga hüzün ü zalâm.
Duvarda üç köşe şeklinde âteşîn bir renk
Güneş batınca uzaklarda, söndü titreyerek,
— Seni mahzun eder bugün belki;
Pek uzun bir hikâye, pek eski.
Büyüdün oğlum işte, bak dinle;
Sana nakl eyleyim o derdim ne:
Bir çocuktum, küçük, sabî ancak;
Bizi hep sattılar esir olarak.
Ağbeyim kaldı bir uzak yerde,
Öldü kız kardeşim denizlerde.
Zaten annem zavallı sorma, hele
Şimdi yok bende bir hayâli bile.
Yaşlı on bir ya var ya yoktu henüz;
Öyle kaldımdı kimsesiz, öksüz.
Pek büyük bir nasib imiş gûya,
Beni bir gün getirdiler buraya:
"Ne dilersen önünde; giy, iç, ye;
Sana artık saadet işte!" diye...
Bir konak, bir saray, büyük, sessiz;
Her taraf intizâm içinde, temiz.
Kimi karşımda bir cihâna bedel
Bir kadın, öyle nazlı, öyle güzel.
Kimi bir keh-rübâ çubuk içiyor,
Kimi dalgın, ağır ağır geçiyor.
Sanki karşımda başka bir dünyâ,
Neye baksam garib göründü bana.
Esvabım kir içinde, yağlı bütün,
Saçlarım hiç taranmamış kaç gün;
Ayağım bir çarıkta habs olmuş,
Cebkenim, kalpağım, yüzüm solmuş.
"Yazık olmuş çocukcağız!" dediler,
Acıyıp baktılar, temizlediler...
(1910)
İSTANBUL AKŞAMI
Batmış güneş ve şimdi tozan savrulan gurub
Terk eylemiş melâlini sessiz ufuklara;
Bir yanda, karlarında gurub ihtizâr eden
Bir dağ, uzak cebînini akşamla süslemiş,
Kırlar yavaş yavaş sokulurken karanlığa
Yüksekte münzevî kızarıp parlıyor Keşiş.
Garbın önünde ince ve nârin minâreler,
Mâbedlerin semâlara peyveste zirvesi,
Garbın önünde samt ü mehâbetle doğrulan
İstanbul'un büyük ve derin mâi gölgesi,
Metrûk ü mün'azil unutulmuş zamanların
Hüznüyle daima düşünen eski kubbeler,
Göklerde yükselip inerek tünd ü âhenin
Dağlar kadar kavî ezelî bir şekil çizer.
Yıldızların yukarıda açan ilk ışıkları
Solgun parıltılarla derinlerde sıklaşır;
Âheste sıyrılır, durulur mâilikleri
Yıldızlariyle şimdi semâ arza yaklaşır.
Leylin kenarlarında kalır bir büyük sükût,
Artık uğultularla gelen her sadâ diner,
Yüksekte, uzletinde yanan münzevî Keşiş
Mağribde son ziyâ biterek sislenir söner.
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in bilinen yirmiye yakın şiiri bulunmaktadır
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in belirgin şekilde öne çıkan bir şiiri bulunmamaktadır. İyi ve güzel olan her şeye derin bir sevgi besleyen Tanrıöver, mükemmeliyetçi mizacı nedeniyle bir süre şiir yazmayı denemiş, ancak istediği seviyeye ulaşamadığını düşündüğünden şiiri bırakmıştır. Bu nedenle, edebiyat alanında şiir yerine hitabet ve makale yazımına yönelmiş, güçlü hitabet yeteneğiyle öne çıkmıştır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in ilk şiiri Namık Kemal olup, 1902 yılında Şûrâ-yı Ümmet Gazetesi’nde yayınlanmıştır. Bu şiir, onun 14-15 yaşlarında yazdığı eserlerinden biridir.
Hamdullah Suphi, gençlik yıllarında Namık Kemal’in etkisiyle daha çok hamasi şiirler kaleme almıştır. 1909 yılında, başkanlığını da üstlendiği Fecr-i Âtî topluluğuna katılmıştır. Bu dönemde Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin’in etkisiyle ağırlıklı olarak aşk ve doğa temalı şiirler yazmıştır. Ancak ilerleyen yıllarda, edebiyat dünyasında Ahmet Haşim ve Yahya Kemal Beyatlı’nın ön plana çıkmasıyla şiiri bırakma kararı almıştır.
1911’de, Fecr-i Âtî üyeleri ile "Yeni Lisan" hareketini savunan Genç Kalemler dergisi yazarları arasındaki dilde sadeleşme tartışmalarına katılmış ve Celâl Sahir Erozan ile birlikte bu derginin yazar kadrosuna dâhil olmuştur. Bu süreçten sonra Millî Edebiyat akımı içinde yer alarak aruz veznini bırakmış, şiirlerini hece ölçüsüyle ve yalın bir dille kaleme almaya başlamıştır. Ancak zamanla şiirde arzuladığı mükemmelliğe ulaşamadığını düşünerek hitabet ve makale yazımına yönelmiş; özellikle güçlü hatip kimliğiyle tanınmıştır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in şiirleri hamasi ve millî duygulara dayalıdır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in ünlü şiirleri Milli Edebiyat akımı içinde yer alır ve vatan sevgisi, kahramanlık, milli bilinç gibi temaları işler. Fecr-i Âtî topluluğunda yer aldığı dönemde, aşk ve doğa temalı şiirler de kaleme almıştır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, ilk dönemlerinde şiiri aruz vezniyle yazmış ancak zamanla hece ölçüsüne yönelmiştir.
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in şiirlerinde belirgin bir kafiye düzeni bulunmamaktadır. İlk dönemlerinde aruz ölçüsüyle yazdığı şiirlerde çeşitli uyak türlerini denemiş, ancak zamanla hece ölçüsüne yönelmiştir. Edebi yolculuğunun ilerleyen safhalarında şiirden uzaklaşarak hitabet ve makale yazımına odaklanmıştır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in şiirleri dönemin önemli dergi ve gazetelerinde yayımlanmıştır. Bu dergi ve gazetelerin bazıları aşağıda listelenmiştir:
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Milli Edebiyat Dönemi ve Cumhuriyet Dönemi yazarları arasında yer almaktadır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, ilk olarak Fecr-i Âtî topluluğunda yer alsa da daha sonra Genç Kalemler ve Milli Edebiyat hareketine katılmıştır. Sanat toplum içindir anlayışına sahiptir.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Milli Edebiyat akımından etkilenmiştir. Eserlerinde vatan sevgisi, kahramanlık ve milli bilinç gibi temalar işlemiştir.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, edebi, siyasi ve düşünsel hayatında dönemin önemli isimlerinden etkilenmiştir. Özellikle vatan sevgisi, hitabet yeteneği ve milliyetçilik anlayışı, onun benimsediği temel düşüncelerin şekillenmesinde büyük rol oynamıştır. İşte etkilendiği bazı önemli kişiler aşağıda listelenmiştir:
Hamdullah Suphi Tanrıöver, edebi, siyasi ve düşünce hayatında Namık Kemal, Tevfik Fikret, Ziya Gökalp gibi isimlerden etkilenmiştir. Özellikle Namık Kemal’i bir öğretmeni ve manevi rehberi olarak görmüş, vatan sevgisi ve milliyetçilik anlayışını ondan almıştır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, özellikle hitabet yeteneği ve milli bilinç aşılayan konuşmalarıyla Türkçülük hareketini destekleyen birçok genç entelektüeli etkilemiştir. Türk Ocakları’ndaki faaliyetleriyle Türkçülük akımının öncülerine ilham olmuştur. Ayrıca, eğitime verdiği önem ve bu alanda yaptığı çalışmalarla Türk eğitim sisteminin gelişimine katkıda bulunmuş, eğitimciler üzerinde de etkili olmuştur. Etkileyici hitabet tarzıyla da Cumhuriyet Dönemi siyasetçileri ve yazarları üzerinde kalıcı bir iz bırakmıştır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, edebiyat dünyasında güçlü hitabeti ve milli duyguları harekete geçiren yazılarıyla tanınır. Millî Edebiyat akımının önemli isimlerinden biri olup, yazılarındaki vatanseverlik vurgusu ile dikkat çekmiştir. Tanrıöver’in özellikle Milli Mücadele Dönemi'nde yaptığı konuşmalar, halkın moralini yükseltmiş ve edebiyatın gücü ile siyasetin iç içe geçtiği bir örnek oluşturmuştur. Bu nutukları kitaplaştırarak, gelecek nesillere aktarmış ve Türk milliyetçiliği fikrinin yayılmasına önemli katkı sağlamıştır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in kitapları, Türk Ocakları Hars Heyeti Neşriyatı, Türk Ocakları İlim ve Sanat Heyeti Neşriyatı ve İstanbul Milli Eğitim Basımevi tarafından yayımlanmıştır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, şair ve yazarlığın yanı sıra eğitimci, bürokrat ve siyasetçi kimlikleriyle de ön plana çıkmıştır. İstanbul Darülfünunu’nda (bugünkü İstanbul Üniversitesi) dersler vermiş, Türk Ocakları'nın başkanlığını yapmış ve uzun yıllar Bükreş büyükelçiliği görevinde bulunmuştur. Ayrıca, Türkiye’de milli kimliğin ve kültürün güçlendirilmesine yönelik çeşitli kurumlarda önemli görevler üstlenmiştir.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk milliyetçiliği fikrini savunan bir düşünür ve siyasetçiydi. Osmanlı’nın son döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında milli bilinci öne çıkaran çalışmalarda bulunmuştur. Türk Ocakları'nın başkanı olarak, Türk kültürünü ve kimliğini güçlendirmek amacıyla faaliyetler yürütmüştür. CHP ve Demokrat Parti’de milletvekilliği yapmış ve her zaman milli değerlere öncelik veren bir politika izlemiştir.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, siyasi kariyerine Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda milletvekili olarak başladı ve daha sonra TBMM’de I., II., III., VII., VIII., IX. ve X dönem milletvekilliği yaptı. 1920 yılında Milli Eğitim Bakanı olarak görev aldı ve Cumhuriyet Dönemi'nin ikinci, Türk maarifinin otuz sekizinci Milli Eğitim Bakanı oldu. Türk eğitim sisteminin şekillenmesine katkıda bulundu. 1931-1939 yılları arasında Bükreş Büyükelçisi olarak görev yaptı ve Gagavuz Türklerinin eğitimine yönelik çalışmalar gerçekleştirdi. Gagavuzlara Türk olduklarını hatırlatmaya ve Türklük bilincini aşılamaya çalıştı. CHP’den ve Demokrat Parti’den milletvekili seçildi.
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in vatan sevgisini, milli bilinci, eğitime verdiği önem ve Türk kültürüne olan bağlılığını yansıtan birçok sözü bulunmaktadır. İşte bu sözlerden on alıntı aşağıda verilmiştir:
Hamdullah Suphi Tanrıöver, 1885 yılında İstanbul'da doğmuştur. Baba tarafından mensup olduğu aile, Kastamonu’dan Mora’ya göç etmiş olan Kocamemioğulları’dır. Anne tarafından Çerkez kökenlidir.
Hamdullah Suphi Tanrıöver'in babası, önemli devlet adamlarından Abdüllatif Suphi Paşa’dır. 1818 yılında Mora’nın Trapoliçe kasabasında doğmuş, eğitimini Mısır’da tamamlamıştır. Dedesi, Osmanlı'nın ilk Maarif Nazırı Abdurrahman Sami Paşa, amcası ise Türk edebiyatının önemli yazarlarından Samipaşazade Sezai'dir.
Abdüllatif Suphi Paşa, Osmanlı Maarif Nazırlığı, Evkaf Nazırlığı ve Ticaret Nazırlığı gibi görevlerde bulunmuş, Osmanlı eğitim sistemine önemli katkılar sunmuştur. Bugünkü Marmara Üniversitesi’nin temelini oluşturan Hamidiye Ticaret Mekteb-i Âlisi’nin ve Kız Sanayi ve Ticaret Mektepleri’nin kurucusudur. Ayrıca, Arapça, Farsça, Fransızca, Latince, İbranîce ve Rumca dillerine ileri düzeyde hakim olup, tarih ve edebiyat alanlarında da çalışmalar yapmıştır. 1886 yılında Sultan II. Abdülhamit ile yaptığı bir görüşmenin hemen ardından evine döndüğünde aniden komaya girerek hayatını kaybetmiştir. Vefat ettiğinde 68 yaşındadır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in çocukluğu, Osmanlı entelektüel çevresi içinde geçmiştir. İstanbul’un kültürel açıdan zengin bir ortamında büyüyen Tanrıöver, edebiyat ve siyasetle küçük yaşlardan itibaren ilgilenmiştir. Köklü bir aileden gelmesi, babasının devlet adamı olması sebebiyle önemli isimlerle iç içe büyümüş, bu da onun düşünce yapısının gelişiminde etkili olmuştur.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, eğitim hayatına Kısıklı, Altunizade ve Numûne-i Terakkî okullarında başlamıştır. Ortaokulu ve liseyi ise Galatasaray Sultanisi’nde okumuştur. Burada Fransızca öğrenmiş ve edebiyata olan ilgisi derinleşmiştir.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, edebiyat dünyasında hitabet gücü, milliyetçilik anlayışı ve milli duyguları harekete geçiren yazılarıyla öne çıkmıştır. Fecr-i Ati topluluğunda yer almış, ancak kısa süre sonra Milli Edebiyat akımına yönelmiştir. Yeni Lisan hareketi ile sade Türkçeyi benimsemiş, eserlerinde ve konuşmalarında yalın ve anlaşılır bir dil kullanmaya özen göstermiştir.
Hamdullah Suphi, şiirle başladığı edebi hayatında, zamanla şiir yazmayı bırakarak daha çok makale ve nutuk türlerinde eserler vermiştir. Türk Ocakları’ndaki çalışmaları, milli bilinci yükselten konferansları ve yazıları ile tanınmıştır. Onun eserlerinde vatan sevgisi, bağımsızlık, milli birlik ve kültürel kimlik gibi konular ağırlık kazanmıştır. Tanrıöver, yazılarında sanatı sadece bireysel bir uğraş olarak değil, topluma hizmet eden bir araç olarak görmüş ve edebiyatı milli ruhun en güçlü ifade biçimi olarak değerlendirmiştir.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, 1917 yılında Ayşe Saide Hanım ile evlenmiştir. Saide Hanım'ın babası İsfendiyaroğullarından Doğancı Ahmet Paşa, annesi ise Ramazanoğullarından Piri Mehmet Paşa’nın kızı Banu Hanım’dır. Saide Hanım, güzelliği, keskin zekâsı ve hoş sohbetiyle çevresinde tanınan bir kişiydi.
Hamdullah Suphi ile Saide Hanım, 1915 yılında Türk Ocağı’nda tanışmışlardır. Saide Hanım’ın etkileyici şiir okuması, Hamdullah Suphi’nin dikkatini çekmiştir. Tanışmalarının ardından gelişen dostluk, 1917 yılında evlilikle taçlanmıştır.
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in, eşi Ayşe Saide Hanım ile evliliğinden Altemur Tanrıöver ve Özkul Tanrıöver doğmuştur.
Hamdullah Suphi Tanrıöver, 10 Haziran 1966 Cuma gecesi saat 21.35 sularında vefat etmiştir. Hayata gözlerini yumduğunda 81 yaşındaydı.
Hamdullah Suphi Tanrıöver’in cenazesi, İstanbul Fatih Horhor Caddesi’ndeki baba konağından, 12 Haziran 1966 Pazar günü kaldırılmıştır. Beyazıt Camii’nde kılınan öğle namazının ardından eller üstünde İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’na getirilmiştir. Türk bayrağına sarılı cenazenin önünde yapılan konuşmaların ardından kalabalık bir kortej eşliğinde cenaze, Merkez Efendi Aile Kabristanı’na defnedilmiştir.
Hamdullah Suphi Tanrıöver hakkında bilgi içeren kitaplar ve çalışmalar aşağıda listelenmiştir: