Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Belh, 30 Eylül 1207 - Konya, 17 Aralık 1273), İslâm düşünce tarihinin en etkili isimlerinden biri olan âlim ve şair, mutasavvıf ve mütefekkirdir. Mevleviyye tarikatının kurucusu kabul edilen Mevlânâ, Mesnevî (manzum-tasavvufî eser), Divân-ı Kebîr (şiir), Fîhi Mâ Fîh (mensur sohbetler), Mektûbât (mektuplar) ve Mecâlis-i Seb‘a (vaazlar) gibi eserleriyle tanınır. Bu eserler sadece edebî türler bakımından değil, tasavvufî düşüncenin aktarımı açısından da klasik metinler arasında yer alır.
Mevlânâ’nın hayat öyküsü, babası Bahâeddin Veled’in ilmî ve tasavvufî mirasıyla şekillenmiştir. İlk eğitimini babasından alan Mevlânâ, Halep ve Şam’da fıkıh, tefsir, hadis ve Arap dili gibi zahirî ilimlerde tahsil görmüş; bu eğitim süreci onun biyografisi ve yaşam özeti içinde önemli bir yer tutmuştur. Medrese geleneğinden gelen Mevlânâ, Konya’ya yerleştikten sonra uzun süre müderrislik yapmış, Şems-i Tebrîzî ile karşılaşması ise onun düşünce dünyasında derin bir dönüşümün başlangıcı olmuştur.
Mevlânâ’nın kitap sayısı, temel eserleri itibarıyla beş ana başlıkta toplanmakla birlikte, bu eserler yüzyıllar boyunca şerhler, tercümeler ve seçmeler yoluyla çoğaltılmıştır. Özellikle Mesnevî, bugün elliden fazla dile çevrilmiş; Doğu ve Batı’da yayımlanarak dünya düşünce mirasının ortak metinlerinden biri hâline gelmiştir. Konya merkezli bir irfan geleneğinden doğan Mevlânâ, hayatı boyunca insanı merkeze alan anlayışıyla çağları aşmış; ölümünü “Şeb-i Arûs (Düğün Gecesi)” olarak nitelemesiyle de hayat öyküsünü vuslat fikriyle tamamlamıştır.
Mevlânâ, Arapça kökenli bir hitap ve ünvan sözüdür. “Efendimiz”, “rehberimiz/önderimiz” anlamına gelir ve ilim-irfan sahibi, manevî itibarı yüksek kişiler için saygı ifadesi olarak kullanılır. Asıl adı Muhammed b. Hüseyin el-Belhî olan Celâleddîn-i Rûmî ile bu ifade zamanla özdeşleşmiş ve onun adı yerine kullanılan özel bir ünvan hâline gelmiştir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî eserlerinde, tasavvuf düşüncesinin temel kavramlarını sade ve derinlikli bir anlatımla ele alır. Mevlânâ’nın eserleri aşağıda listelenmiştir:
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin günümüze ulaşan ve kendisine ait olduğu kabul edilen beş temel eseri bulunmaktadır. Bunlar Mesnevî, Divân-ı Kebîr (Divân-ı Şems-i Tebrîzî), Fîhi Mâ Fîh, Mecâlis-i Seb‘a ve Mektûbât’tır. Bu eserler manzum ile mensur türlerde kaleme alınmış olup Mevlânâ’nın tasavvufî düşüncesini farklı yönleriyle yansıtmaktadır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin yaklaşık 25.700 beyitten oluşan Mesnevî eseri, onun düşünce dünyasını en kapsamlı biçimde taşıyan, tasavvuf geleneğinde “rehber kitap” niteliği kazanmış temel eseridir. Kaynaklarda Mesnevî’nin gönüllere şifa olduğu, hüznü giderdiği, insanın iç dünyasını arındırmaya ve ahlâkı güzelleştirmeye yaradığı ve Kur’an’ı anlamada bir bakış derinliği sunduğu vurgulanır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî eserinin önemini büyüten bir başka nokta da asırlar boyunca etkisini kaybetmemesidir. Eser, 13. yüzyılda yazılmasından beri değerinden bir şey yitirmeden günümüze ulaşan nadir eserlerden biri olarak görülür ve eserin bugün de dünyanın her yerinde okunmaya ve anlaşılmaya devam ettiği belirtilir. Aynı zamanda klasik İslâm edebiyatının “şaheser”leri arasında sayılması, Osmanlı dönemi düşünce ve edebiyatına güçlü tesir etmesi ve modern dönemde de gündemde kalması bu kalıcılığın göstergesidir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin şiirleri, tasavvuf düşüncesinin en güçlü ve etkileyici örnekleri arasında yer alır. Bu şiirlerde ilahî aşk, vecd, ayrılık, özlem ve vuslat temaları ön plandadır. Mesnevî gibi başlı başına bir şaheser ayrı tutulduğunda Mevlânâ’nın şiirlerinin büyük bölümü Divân-ı Kebîr (Divân-ı Şems-i Tebrîzî)’de toplanmış olup gazel ve rubai ağırlıklı bir yapı gösterir. Bu metinlerde Mevlânâ, akıldan çok gönle seslenen bir dil kullanarak insanı içsel dönüşüme çağırır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin şiirlerinde sembolik ve mecazlı anlatım dikkat çeker. Aşk, ateş, şarap, ney ve yolculuk gibi imgeler aracılığıyla insanın hakikat arayışı dile getirilir. Mevlânâ’nın şiirleri, yalnızca edebî bir ifade biçimi değil, aynı zamanda yaşanan derin manevi tecrübelerin sözle görünür hâle gelmiş şeklidir. Bu yönüyle onun şiirleri, asırlar boyunca hem Doğu’da hem Batı’da okunmuş, tercüme edilmiş ve tasavvufî edebiyatın temel metinleri arasında kabul edilmiştir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin kaleme aldığı şiirlerin kesin sayısı tam olarak tespit edilememekle birlikte, Divân-ı Kebîr (Divân-ı Şems-i Tebrîzî)’de yer alan gazel ve rubailerle beraber şiirlerinin 40 bin beyti aşkın olduğu kabul edilir. Bu şiirler, Mevlânâ’nın ilahî aşk ve tasavvufî vecd hâlinde söylediği, büyük ölçüde coşkunluk ve ilhamla ortaya çıkan metinlerden oluşur.
Mevlânâ’nın şiirlerinden bazı kısımların yer aldığı 5 örnek Türkçe tercümeleriyle aşağıda verilmiştir:
Gönlümün hâlini her tan vakti eser rüzgârdan sor
Mutlu yaşamak istiyorsan benim gibi yaslıların hatırını sor
Günahsızları öldürmekten sana bir fayda varsa
Bunu kendi gözlerinden, o usta cadıdan sor
Tanrı’dan sevecek bir yâr arıyorsan, yâr ile kaynaş
Sevgiden bir fayda bekliyorsan, sevgili ile iyi anlaş
Ay ile vuslat istiyorsan geceden kaçma
Gülün, gül suyunun hatırı için dikenlerle uyuşmaya bak
Gönlümüzden söz açtıkları bir yerde
Biliyorum ki çabucak dile düşeriz
Gönül senin güzelliğini o kadar anar ki
Hasretinden her nefesimde hayalin belirir
Beni yanar ateş üstüne atan o can
Yüz türlü dil dökerek dilimi bağladı
Altı yönümden ateş alevleri sardıkça
Ben ah ettim, o ağzımı kapadı
Ey sevinç ve aydınlık günü, vaktin hoş olsun
Ey güven ve hayat âlemi vaktin hoş olsun
Zülfünün gölgesinde bir an olsun uyuyayım
Ey can ve gönül sultanı vaktin hoş olsun
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin şiirleri, ilahî aşkı merkeze alan tasavvufî bir anlayışla şekillenmiş, akıldan çok gönle ve sezgiye hitap eden bir dil taşımıştır. Bu şiirlerde sembolik ve mecazlı anlatım ön plandadır. Aşk, ateş, şarap, ney, yolculuk ve ayrılık gibi imgelerle insanın hakikat arayışı dile getirilir. Coşkunluk, vecd ve samimiyet, Mevlânâ’nın şiirlerinin ayırt edici özellikleri arasında yer alır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin şiirlerinde didaktik bir üsluptan ziyade içtenlik ve tecrübe hâkimdir. Yaşanmış bir hâlin ifadesi olarak kendine özgü anlatım tekniği öğüt endişesi de taşır. Mevlânâ, kalıplaşmış söylemlerden uzak durarak dili zaman zaman sade, zaman zaman da yoğun bir lirizmle kullanmış, bu sayede şiirleri asırlar boyunca farklı kültür ve coğrafyalarda etkisini korumuştur.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî 13. yüzyılda, Anadolu Selçuklu Devleti’nin hüküm sürdüğü dönemde yaşamış ve eserlerini bu tarihî ve kültürel ortam içinde kaleme almış bir yazardır. Bu dönem, tasavvuf düşüncesinin güç kazandığı, dinî ve edebî eserlerin yoğun biçimde üretildiği bir çağ olması bakımından Mevlânâ’nın fikir ve sanat dünyasının şekillenmesinde belirleyici olmuştur.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin sanat anlayışı, sanatı hakikate ulaşmanın bir yolu olarak görmesi üzerine kuruludur. Ona göre şiir, söz ve estetik ifade bir amaç değil, insanı ilahî hakikate ve içsel arınmaya yönelten bir araçtır. Bu nedenle eserlerinde süs ve gösterişten çok samimiyet, aşk ve anlam derinliği ön plandadır. Mevlânâ, sanatı gönülden doğan bir tecrübenin ifadesi olarak ele almış; sözü, insanın kalbine dokunan ve onu dönüştüren bir güç olarak değerlendirmiştir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî düşünce ve sanat dünyasını temelde tasavvuf geleneği içinde şekillendirmiş, özellikle İslâm tasavvufundan beslenmiştir. Kur’an ve sünnet merkezli bu anlayış, onun eserlerinde ilahî aşk, insanın iç arınması ve hakikate yöneliş şeklinde yansımıştır. Mevlânâ, aklî bilgiden çok gönül bilgisine önem veren tasavvufî yaklaşımıyla, sanat ve düşüncesini bu manevi çizgi üzerinde geliştirmiştir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin düşünce dünyasını şekillendiren isimlerin başında babası Sultânü’l-ulemâ (Âlimlerin sultanı) Bahâeddin Veled gelir; ilk ilmî ve tasavvufî birikimini ondan almıştır. Tasavvuf yolundaki en belirleyici etki ise Şems-i Tebrîzî olmuştur. Bu karşılaşma, Mevlânâ’nın iç dünyasında derin bir dönüşüme yol açmış ve onun ilahî aşk merkezli söylemini güçlendirmiştir. Bunun yanı sıra Ferîdüddin Attâr, Nizâmî-i Gencevî ve Senâî gibi önceki dönem mutasavvıf şairlerin düşünce ve eserleri de Mevlânâ’nın fikir ve sanat anlayışının oluşumunda etkili olmuştur.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, etkisi yüzyılları ve coğrafyaları aşan nadir düşünürlerden biridir. İlk olarak Sultan Veled, Hüsâmeddin Çelebi ve Mevlevî şairleri onun düşünce ve sanat anlayışını devam ettirmiştir. Osmanlı edebiyatında Şeyh Gâlib, İsmail Hakkı Bursevî, Yunus Emre gibi isimlerde Mevlânâ etkisi açıkça görülür. Modern dönemde ise Mevlânâ, Batı’da Johann Wolfgang von Goethe Doğu’da Muhammed İkbal gibi düşünür ve şairler üzerinde etkili olmuştur. Onun düşüncelerini inceleyen araştırmacılar arasında Annemarie Schimmel, Reynold A. Nicholson, Abdülbaki Gölpınarlı, Franklin D. Lewis ve William C. Chittick gibi isimler öne çıkar; bu çalışmalar sayesinde Mevlânâ, günümüzde evrensel bir düşünür ve kültür figürü olarak kabul edilmektedir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî edebiyat tarihinde tasavvufî düşünceyi şiir ve anlatı yoluyla evrensel bir dile dönüştüren en önemli isimlerden biridir. Mesnevî ve Divân-ı Kebîr gibi eserleriyle sembolik anlatımı, hikâye geleneğini ve lirizmi bir araya getirmiş, böylece hem klasik Doğu edebiyatını derinden etkilemiş hem de sonraki yüzyıllarda Batı edebiyatında ilgiyle okunan bir kaynak hâline gelmiştir. Mevlânâ’nın dili ve üslubu, edebiyatı sadece estetik bir alan olmaktan çıkarıp insanın iç dünyasına yönelen güçlü bir ifade aracına dönüştürmesi bakımından kalıcı ve belirleyici bir yere sahiptir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî sözleri, yüzyıllar öncesinden bugüne uzanan derin bir irfan ve hikmet dünyasını yansıtır. Sevgi, insan, ahlâk ve hakikat üzerine söylediği bu sözler sade ifadelerine rağmen güçlü anlamlar taşır ve okuyanı içsel bir yolculuğa davet eder. Mevlânâ’nın sözleri, zamana ve mekâna bağlı kalmadan insanın kalbine hitap eden evrensel mesajlar sunar.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin felsefesini ve tasavvuf anlayışını yansıtan sözlerinden 20 tanesi aşağıda sunulmuştur:
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin siyasi görüşleri, doğrudan bir siyaset teorisi kurmaktan ziyade ahlâk, adalet ve insan merkezli bir anlayış etrafında şekillenmiştir. Dönemin yöneticileriyle temas hâlinde olmasına rağmen, siyasi çekişmelerin ve güç mücadelelerinin dışında kalmayı tercih etmiş; yöneticilere nasihat ederken adaletli olmayı, zulümden kaçınmayı ve halka merhametle yaklaşmayı vurgulamıştır. Mevlânâ’ya göre toplum düzeninin temelinde güç değil, adalet ve hikmet yer almalı; yönetim, insanın manevî değerlerini gözettiği ölçüde anlam kazanmalıdır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Horasan bölgesinde yer alan Belh şehrinde doğmuştur ancak hayatının büyük bölümünü Anadolu’da, özellikle Konya’da geçirdiği için “Rûmî” nisbesiyle anılmıştır. Bu nedenle Mevlânâ, doğum yeri itibarıyla Belhli, fikir ve kültür dünyası bakımından ise Anadolu coğrafyasıyla özdeşleşmiş bir düşünür olarak kabul edilir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin babası, dönemin önde gelen âlim ve mutasavvıflarından biri olan Bahâeddin Veled’dir. Mevlânâ’nın ilmî ve tasavvufî terbiyesinde belirleyici bir rol oynamıştır. Annesi ise kaynaklarda Mümine Hatun adıyla anılmaktadır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin çocukluğu, ilim ve tasavvuf geleneğinin hâkim olduğu bir aile ortamında geçmiştir. Babası Bahâeddin Veled’in rehberliğinde çok küçük yaşlarda eğitimle tanışmış, dönemin önemli ilim merkezlerini kapsayan uzun yolculuklar sırasında hem kültürel hem de manevi bir birikim kazanmıştır. Bu hareketli ve çok merkezli çocukluk dönemi, Mevlânâ’nın ilerleyen yıllarda geliştireceği derin düşünce dünyasının temelini oluşturmuştur.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî eğitim hayatına babası Bahâeddin Veled’in yanında başlamış; fıkıh, tefsir, hadis ve tasavvuf gibi ilimlerde sağlam bir temel edinmiştir. Daha sonra Halep ve Şam gibi dönemin önemli ilim merkezlerinde tahsil görmüş, Arap dili ve İslâmî ilimlerde derinleşmiştir. Bu eğitim süreci, Mevlânâ’nın hem zahirî ilimlerde yetkinleşmesini hem de tasavvufî düşüncesini olgunlaştırmasını sağlayarak onu döneminin saygın âlimleri arasına taşımıştır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin edebî kişiliği, tasavvuf düşüncesiyle beslenen derin bir anlam dünyasına dayanır. Eserlerinde şiiri ve anlatıyı, insanı hakikate yönelten güçlü bir ifade aracı olarak kullanmıştır. Sembolik anlatım, mecaz ve hikâye geleneği onun edebî üslubunun temel unsurları arasında yer alırken, dili akıldan çok gönle hitap eden bir içtenlik taşır. Mevlânâ, edebiyatı estetik kaygının ötesine taşıyarak, insanın iç dünyasını dönüştürmeyi amaçlayan evrensel bir söylem geliştirmiştir.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî iki kez evlenmiştir. İlk evliliğini Gevher Hatun ile yapmış, bu evlilikten Sultan Veled ve Alâeddin Muhammed Çelebi dünyaya gelmiştir. Gevher Hatun’un vefatının ardından ise Kira (Kerra) Hatun ile evlenmiş ve bu evlilikten Emîr Muzafferüddin Âlim Çelebi ve Melike Hatun adını koydukları çocukları olmuştur.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin bilinen çocukları Sultan Veled, Alâeddin Muhammed Çelebi, Muzafferüddin Emir Âlim Çelebi ve Melike Hatundur. Bu çocuklardan özellikle Sultan Veled, Mevlevîliğin teşkilatlanmasında önemli rol üstlenmiş ve babasının düşünce mirasını sonraki nesillere aktarmıştır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî 17 Aralık 1273’te vefat ettiğinde, doğum tarihi olarak 30 Eylül 1207 esas alındığında 66 yaşındadır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin mezarı, Konya’da, bugün Mevlânâ Müzesi olarak bilinen külliye içerisinde yer almaktadır. Vefatının ardından defnedildiği bu mekân, zamanla Mevlevîliğin merkezi hâline gelmiş ve hem Türkiye’den hem de dünyanın farklı bölgelerinden ziyaret edilen önemli bir kültür ve inanç noktası olmuştur.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî dizisi, 13. yüzyıl Anadolu’sunda (Konya merkezli) yaşanan çalkantılı atmosferi fon alarak Mevlânâ’nın ilim ve irfan çizgisini, toplumla kurduğu ilişkiyi ve özellikle Şems-i Tebrîzî ile karşılaşmasının hayatındaki dönüştürücü etkisini anlatan dönem-dram türünde bir yapımdır. TRT’nin dijital platformu “tabii” için hazırlanan dizinin yönetmenliğini Can Ulkay üstlenirken, senaryosu Ali Aydın ve Milay Ezengin imzasını taşır ve yapım Kale Film tarafından gerçekleştirilmiştir. Dizide Bülent İnal Mevlânâ’yı, Mehmet Ali Nuroğlu Şems’i canlandırır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî filmi olan “Mevlânâ: Mest-i Aşk”, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ile Şems-i Tebrîzî arasındaki derin ve dönüştürücü ilişkiyi merkeze alan, biyografik ve dramatik yönü güçlü bir sinema filmidir. Türkiye-İran ortak yapımı olan filmin yönetmenliğini Hassan Fathi üstlenirken senaryosu Hassan Fathi ile birlikte Farhad Tohidi tarafından kaleme alınmıştır. Filmde Halit Ergenç Mevlânâ’yı, Shahab Hosseini Şems-i Tebrîzî’yi canlandırırken; Hande Erçel Kimya Hatun, Selma Ergeç ise Kerra (Kira) Hatun rolüyle yer alır. 2024 yapımı film, Mevlânâ’nın iç dünyasında Şems ile yaşadığı kırılmayı, ilahî aşkın dönüştürücü gücünü ve bu ilişkinin etrafında gelişen olayları sinematografik bir anlatımla ele alarak, Mevlânâ’yı sinema diliyle geniş kitlelere tanıtmayı amaçlamaktadır.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hayatı, eserleri ve düşünce dünyasıyla yüzyıllardır ilgi odağı olmuş, onun öğretisini anlamak ve yorumlamak amacıyla çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bu kitaplar, Mevlânâ’yı tarihî kişiliği, tasavvuf anlayışı ve insan merkezli düşüncesiyle ele alarak farklı bakış açıları sunar.
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hakkında yazılmış ve başvuru niteliği taşıyan kitaplardan 10 tanesi aşağıda sunulmuştur: