Türk Ve Dünya Edebiyatı’nın 10 Altın Şiiri
16 Ekim 2019

Türk Ve Dünya Edebiyatı’nın 10 Altın Şiiri

Edebiyatın en değerli türüdür şiir. Duyguları ifade etmenin en içten, en hassas, en özenli biçimidir mısralarla fısıldamak. Altın kadar değerli, altın gibi her yüzyılda geçerli… Şiir… Her dilde güzel, her duyguda yerinde, her mısrada derinlerde.

Şiiri anlatırken bile şairane biçimde yazmak gelir kalem tutanın elinden. BKM Kitap, şiirin gücüne inanan, altın kadar değerli bulan tüm edebiyat tutkunları için Türk ve Dünya edebiyatının dillere pelesenk olan en güzel şiirlerini sizin için derledi.

Pablo Neruda

Pablo Neruda – Güz Çiçeklerinden Nazıma Bir Çelenk

Asıl adı Ricardo Eliezer Neftali Reyes Basoalto olan Şilili yazar ve şair, en çok sevilen şiirleriyle kalplerde farklı bir yere sahip. Nobel Edebiyat Ödülü, Lenin Barış Ödülü gibi hatırı sayılır ödüllere layık görülen şair, 1973 yılında yaşama gözlerini yumsa da mısralarda yaşamaya devam ediyor. Bu da edebiyat yapıtlarının ölümsüzlüğünü bize bir defa daha hatırlatıyor.

Niçin öldün Nazım?
Ne yaparız şimdi biz
Şarkılarından yoksun?
Nerde buluruz başka bir pınar ki
Orda bizi karşıladığın gülümseme olsun?
Seninki gibi ateşle su karışık
Acıyla sevinç dolu
Gerçeğe çağıran bakışı nerde
Bulalım?
Kardeşim,
Öyle yeni duygular, düşünceler yarattın ki
Bende,
Denizden esen acı rüzgâr
Kapacak olsa bunları
Bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir
Yaşarken seçtiğin
Ve ölümünden sonra sana barınak olan
Oraya, uzak toprağa düşerler.
Al sana bir demet Şili kasımpatıları
Al güney denizleri üstündeki ayın soğuk parlaklığını,
Halkların savaşını, kendi dövüşümü
Ve yurdumun kederli davullarının boğuk
Gürültüsünü
Kardeşim benim, dünyada nasıl yalnızım sensiz,
Çiçek açmış kiraz ağacının altınına benzeyen
Yüzüne hasret,
Benim için ekmek olan, susuzluğumu gideren, kanıma
Güç veren
Dostluğundan yoksun.
Hapisten çıktığında karşılaşmıştık seninle,
Zorbalık ve acı kuyusu gibi loş hapisten,
Zulmün izlerini görmüştüm ellerinde,
Kinin oklarını aramıştım gözlerinde,
Ama parlak bir yüreğin vardı,
Yara ve ışık dolu bir yürek.
Ne yapayım ben şimdi?
Tasarlanabilir mi dünya
Her yanına ektiğin çiçekler olmadan
Nasıl yaşamalı seni örnek almadan,
Senin halk zekanı, ozanlık gücünü duymadan?
Böyle olduğun için teşekkürler,
Teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için.

 

Nazım Hikmet

Nazım Hikmet – Yaşamaya Dair

Nazım Hikmet’e ithaf edilen bir şiir ile başladık madem ki öyleyse usta şairimizle devam edelim. Nazım Hikmet Ran… Yaşarken olduğu gibi ölümünden sonra da Türk ve Dünya edebiyatını hakkında yazılanlarla, ithaflarla etkilemeyi başaran sadece ulusal değil, evrensel çapta bir şair... 3 Haziran 1963 yılında dünyaya veda eden usta şair, eserleriyle halen yaşamakta.

Yaşamak şakaya gelmez,
Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
Bir sincap gibi mesela,
Yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
Yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
Yani o derecede, öylesine ki,
Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
Yahut kocaman gözlüklerin,
Beyaz gömleğinle bir laboratuarda
İnsanlar için ölebileceksin,
Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
Hem de en güzel en gerçek şeyin
Yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
Yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
Yaşamak yanı ağır bastığından.

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
Yani, beyaz masadan,
Bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
Biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
Hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
Yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
En son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
Diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
Yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
Fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
Belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,
Yaşımız da elliye yakın,
Daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
İnsanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
Yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
Hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

Bu dünya soğuyacak,
Yıldızların arasında bir yıldız,
Hem de en ufacıklarından,
Mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
Yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
Hatta bir buz yığını
Yahut ölü bir bulut gibi de değil,
Boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
Zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
Duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
'Yaşadım' diyebilmen için...

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Hasan Hüseyin Korkmazgil – Haziranda Ölmek Zor

O halde Nazım’a ithaf edilen şiirlerle devam edelim. Dünya şairleri kadar Türk şairlerinde mısraları kanadı Nazım’ın ölüm haberiyle. Onun tam da yaşama gözlerini yumduğu gün yazıldı Haziranda Ölmek Zor şiiri. Daha sonraları kırmızı boyalarla duvarlara slogan olarak yazılacaktı: Haziranda Ölmek Zor. Dillere pelesenk olan, bestelenen bu şiiri başka bir usta Türk şairi kaleme aldı: Hasan Hüseyin Korkmazgil. Korkmazgil’in Acıyı Bal Eyledik, Acılara Tutunmak, Akarsuya Bırakılan Mektup gibi diğer çok bilinen şiirlerini de burada anmak gerekir.

İşten çıktım
Sokaktayım
Elim yüzüm üstümbaşım gazete
Sokakta tank paleti
Sokakta düdük sesi
Sokakta tomson
Sokağa çıkmak yasak
Sokaktayım
Gece leylâk
Ve tomurcuk kokuyor
Yaralı bir şahin olmuş yüreğim
Uy anam anam
Haziranda ölmek zor!
Havada tüy
Havada kuş
Havada kuş soluğu kokusu
Hava leylâk
Ve tomurcuk kokuyor
Ne anlar acılardan/güzel haziran
Ne anlar güzel bahar!
Kopuk bir kol sokakta
Çırpınıp durur
Çalışmışım onbeş saat
Tükenmişim onbeş saat
Acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
Anama sövmüş patron
Ter döktüğüm gazetede
Sıkmışım dişlerimi
Islıkla söylemişim umutlarımı
Susarak söylemişim
Sıcak bir ev özlemişim
Sıcak bir yemek
Ve sıcacık bir yatakta
Unutturan öpücükler
Çıkmışım bir kavgadan
Vurmuşum sokaklara
Sokakta tank paleti
Sokakta düdük sesi
Sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
Dallarda insan iskeletleri
Asacaklar aydemir'i
Asacaklar gürcan'ı
Belki başkalarını
Pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
Dökülüyor etlerim
Sarı yapraklar gibi
Asmak neyi kurtarır
Sarı sarı yaprakları kuru dallara?
Yolunmuş yaprakları
Kırılmış dallarıyla
Ne anlatır bir ağaç
Hani rüzgâr
Hani kuş
Hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?
Asılmak sorun değil
Asılmamak da değil
Kimin kimi astığı
Kimin kimi neden niçin astığı
Budur işte asıl sorun!
Sevdim gelin morunu
Sevdim şiir morunu
Moru sevdim tomurcukta
Moru sevdim memede
Ve öptüğüm dudakta
Ama sevmedim, hayır
İğrendim insanoğlunun
Yağlı ipte sallanan morluğundan!
Neden böyle acılıyım
Neden böyle ağrılı
Neden niçin bu sokaklar böyle boş
Niçin neden bu evler böyle dolu?
Sokaklarla solur evler
Sokaklarla atar nabzı
Kentlerin
Sokaksız kent
Kentsiz ülke
Kahkahanın yanıbaşı gözyaşı
İşten çıktım
Elim yüzüm üstümbaşım gazete
Karanlıkta akan bir su
Gibi vurdum kendimi caddelere
Hava leylâk
Ve tomurcuk kokusu
Havada köryoluna
Havada suçsuz günahsız
Gitme korkusu
Ah desem
Eriyecek demirleri bu korkuluğun
Oh desem
Tutuşacak soluğum
Asmak neyi kurtarır
Öldürmek neyi
Yaşatmaktır önemlisi
Güzel yaşatmak
Abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
Ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak
Ah yavrum
Ah güzelim
Canım benim / sevdiceğim
Bitanem
Kısa sürdü bu yolculuk
N'eylersin ki sonu yok!
Gece leylâk
Ve tomurcuk kokuyor
Uy anam anam
Haziranda ölmek zor!
Nerdeyim ben
Nerdeyim ben
Nerdeyim?
Kimsiniz siz
Kimsiniz siz
Kimsiniz?
Ne söyler bu radyolar
Gazeteler ne yazar
Kim ölmüş uzaklarda
Göçen kim dünyamızdan?
Asmak neyi kurtarır
Öldürmek neyi?
Yolunmuş yaprakları
Ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
Söyler hangi güzelliği?
Kökü burda
Yüreğimde
Yaprakları uzaklarda bir çınar
Islık çala çala göçtü bir çınar
Göçtü memet diye diye
Şafak vakti bir çınar
Silkeledi kuşlarını
Güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
memet! »
Gece leylâk
Ve tomurcuk kokuyor
Üstümbaşım elim yüzüm gazete
Vurmuşum sokaklara
Vurmuşum karanlığa
Uy anam anam
Haziranda ölmek zor!
Bu acılar
Bu ağrılar
Bu yürek
Neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
Bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
Bu geceler niçin böyle insansız
Bu insanlar niçin böyle yarınsız
Bu niçinler niçin böyle yanıtsız?
Kim bu korku
Kim bu umut
Ne adına
Kim için?
«uyarına gelirse
tepemde bir de çınar»
Demişti on yıl önce
Demek ki on yıl sonra
Demek ki sabah sabah
Demek ki «manda gönü»
Demek ki «şile bezi»
Demek ki «yeşil biber»
Bir de memet'in yüzü
Bir de güzel istanbul
Bir de «saman sarısı»
Bir de özlem kırmızısı
Demek ki göçtü usta
Kaldı yürek sızısı
Geride kalanlara
Nerdeyim ben
Nerdeyim?
Kimsiniz siz
Kimsiniz?
Yıllar var ki ter içinde
Taşıdım ben bu yükü
Bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü
Bir kırmızı gül dalı
Şimdi uzakta
Bir kırmızı gül dalı
İğilmiş üzerine
Yatıyor oralarda
Bir eski gömütlükte
Yatıyor usta
Bir kırmızı gül dalı
İğilmiş üzerine
Okşar yanan alnını
Bir kırmızı gül dalı
Nâzım ustanın
Gece leylâk
Ve tomurcuk kokuyor
Bir basın işçisiyim
Elim yüzüm üstümbaşım gazete
Geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
Şuramda bir çalıkuşu ötüyor
Uy anam anam
Haziranda ölmek zor!

Edip Cansever

Edip Cansever – Mendilimde Kan Sesleri

Türk şairlerinden devam edelim o halde. Sırada dillerde yerini almış bir başka şiir var: cccc Edip Cansever’in sevilen şiiri İkinci Yeni Kuşağı’nın en iyi örneklerinden biri olarak bilinir. Kapalıçarşı’da turistik eşya ve halı ticareti yapan Cansever’in 1976’dan sonra yalnızca şiirle uğraşmasıyla edebiyatımıza bir yıldız eklenmiş oldu. Onun şiir evreni, mısralara dökülen kelimelerle okuyucusuna bambaşka bir edebiyat serüveninin kapılarını açtı.

Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
Uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

Jorge Luis Borges

Jorge Luis Borges - Anlar

Arjantin’de 1985 yılında Anlar şiirini kaleme aldığında çok yaşlıydı Jorge Luis Borges. Bu şiiri yılların damıtılmış deneyimiyle o kadar güzel yazdı ki bugün dahi okuyan herkes, içinde onulmaz bir yaşam tutkusuyla bir defa daha gözden geçiriyor hayatını. İşte şiirin gerçek gücü de tam burada yatıyor: Yaşamı, yaşadıklarımızı sorgulatmak. Bunu bu kadar az kelimeyle başka bir edebiyat türü ne kadar etkin biçimde ortaya koyabilir ki?

Eğer,yenıden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz,sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadıgım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doguşu izler,
Daha çok dağa tırmanır,daha çok nehirde yüzerdim.
Görmedigim bir çok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım.
Yeniden başlayabilseydim eger,yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten.
Anlar,sadece anlar.Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında su,şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eger,hiçbir şey taşımazdım.
Eger yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder,güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım,bir şansım olsaydı eger.
Ama işte 85'indeyim ve biliyorumn...
Ölüyorum....

William Shakespeare – 18. Sone

Şiirin gücünden söz ediyorsak İngiliz şair ve yazar William Shakespeare’den bir şiir buraya bırakmadan olmaz. Bu, elbette, Romeo ve Juliet’in Dünya edebiyatına kazandıran Shakespeare’in aşk şiiri olacaktır: 18. Sone…

Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?
Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:
Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,
Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:
Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,
Ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden;
Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak
Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;
Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,
Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;
Gölgesindesin diye ecel caka satamaz
Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:
İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,
Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.

Ahmet Arif

Ahmed Arif – Hasretinden Prangalar Eskittim

Tek bir şiir kitabı var: Hasretinden Prangalar Eskittim… Kitaba adını veren şiiriyle aşk ve dava olgularını bir araya getiren Ahmed Arif, 21 Nisan 1927'de Diyarbakır'da doğdu. 1940-1955 yılları arasında değişik dergilerde yayınladığı şiirlerinde kullandığı kendine has lirizmi ve hayal gücüyle Türk edebiyatında hak ettiği yeri aldı. Şiirlerinde her zaman Anadolu'da yaşayan halkların kardeşliğine vurgu yapar.

Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.

Ard arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...

Louis Aragon

Louis Aragon – Mutlu Aşk Yoktur

Siyaset ve felsefe ile yakından ilgilenen Fransız şair, yazar Louis Aragon, Mutlu Aşk Yoktur şiiriyle kalplere öyle bir dokunmuştur ki 1982 yılında Paris’te hayata veda eden şairin adı halen yaşamaktadır.

İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman
Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini
Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi
Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi
Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an
Mutlu aşk yoktur
Hayatı Bu silahsız askerlere benzer
Bir başka kader için giyinip kuşanan
Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan
Onlar ki akşamları aylak kararsız insan
Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter
Mutlu aşk yoktur
Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim
İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi
Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri
Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri
Ve hemen can verdiler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur
Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye
Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek
En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek
Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek
Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine
Mutlu aşk yoktur
Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin
Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara
Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda
Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da
Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin
Mutlu aşk yoktur ama
Böyledir ikimizin aşkı da

 

Andrey Voznesenski

Andrey Voznesenski – Oza’dan

Rus şair, toplumcu gerçekçilik akımında kaleme aldığı şiirlerinde aşırı deneyci bulunarak çevresinden ağır eleştiriler alsa da tarih onun şiirlerine hak ettiği değeri kazandırdı. 1933 yılında dünyaya gelen ve 1 Haziran 2010 yılında Moskova'da yaşamını yitiren Voznesenski’nin pek çok şiiri arasında en bilineni ise Oza’dan şiiridir.

Selam Oza, evde, geceleyin
Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun,
havlarken köpekler,yalarken kendi göz yaşlarını
Senin soluğundur duyduğum ses.
Selam Oza!

Nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç
Bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle,
Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle?
Selam Oza!

Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni?
Daha da korkunç,bir başına değilsen oysa:
Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana.
Selam Oza!

Ey - insanlar, lokomotifler, mikroplar
Gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona.
Harcatmam onun, dokundurtmam kılına.
Selam Oza!

Yaşam bir bitki değilse aslında,
Neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu
Selam Oza!
Ne acı bu denli geç rastlamak sana
Ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda.

Karşıtlar getiriliyor bir araya
Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime
Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben,
Sense sevinçli. Dilerim sonuna dek kalırsın öyle.

Dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm.
İnan, kendimle üzmeyeceğim seni.
İnan, ders olamayacak sana ölümüm.
İnan, yük olmayacağım sana yaşamımla.

Selam Oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep
Bir sokak fenerinden sızan bir ışık gibi.
Suçlayamam bırakıp gittiğin için beni.
Şükür ki girdin yaşamıma.
Selam Oza!

Turgut Uyar

Turgut Uyar – Denge

Madem ki “Altın Şiirler”in sonuna geldik, o halde Turgut Uyar’sız bir liste düşünemeyiz. Az ve öz, son derece yerinde, son derece net bir şiirle, İkinci Yeni Kuşağı’nın en verimli şairinden Denge adlı şiir karşınızda.

Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Tanrınız büyük amenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba

Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama sokaklar şöyleymiş
Ağaçlar böyleymiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız

Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim diz boyu sulara
Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle dövüşemem
Benim bir gizli bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Ben tam kendime göre
Ben tam dünyaya göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız