Savaş yıllarında ön plana çıkan edebiyat ve sanat akımları toplumcu bakış üzerine yoğunlaşır. 1940’dan sonra başlayan dönemde Türk edebiyatında toplumcu sanat ve sanatın toplumsal işlevi konusunda farklı bir söylemin ortaya çıkmaya başlar. Yeni edebiyat dergileri bu bakış etrafında toplanan yazar ve şairleri halkla buluşturan platformlardır. Halkçılık söylemiyle kol kola yürüyen toplumculuk düşüncesi, özellikle Yeni Edebiyat dergisinde yazıları yayımlanan düşünür ve yazarlarca yoğrulur.
Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatında (1923–1940) toplumcu gerçekçi edebiyat tartışmaları, şu an halen okunmakta olan, yazarların yapıtlarında çerçevesini gün yüzüne çıkarmıştır. 1940 Kuşağı edebiyatçıları olarak ipi göğüsleyen bu yazar ve şairler, hak ettikleri maddi ve manevi karşılığı kendi dönemlerinde alamasalar da, 1950’lı yıllarda isimlerini parlatan pek çok genç yazar ve şairlerin önünü açmışlar; dolayısıyla da Türkiye’de henüz yeni yeni belirginleşmeye başlamış toplumcu gerçekçi düşüncenin oluşmasına katkı sağlamışlardır.
BKM Kitap olarak, Türk edebiyatının bir dönemine ışık tutan yazar ve şairlere bir saygı duruşu niteliğinde hazırladığımız bu yazıda 1940’lı yıllara uzanıyor ve dönemin önemli edebiyatçılarını, eserlerinden örneklerle kitap kurtlarıyla buluşturuyoruz.
Kürk Mantolu Madonna ile bugün bile çok satanlar listesinde yerini koruyan, değeri ne yazık ki çok sonraları anlaşılan yazar ve şair Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907’de Eğridere dünyaya geldi ve 2 Nisan 1948 yılında hunharca hazırlanmış bir tuzağı ile karanlık ellerce Kırklareli’nde öldürüldü. Toplumcu gerçekçilik akımının ilk ve en önemli temsilcilerinden biri olan yazar, roman ve öykülerinin yanı sıra şiirleriyle de kalplerde yerini aldı. Öyle ki onun şiirleri, bugün klasikleşmiş pek çok bestenin sözleri olarak dinlenmeye devam ediyor. Gazetecilik ve dergicilik yaşamıyla da dikkatleri üzerine çeken Sabahattin Ali, Cumhuriyet dönemi Türk Edebiyatı’nın bilinen en önemli ismidir. Daha çok öykü türünde eserler verdi. Romanlarındaysa uzun tasvirlerle ele aldığı sevgi ve aşk temasını, zaman zaman siyasi tartışmalar ve diğer yazarlara da göndermeler yaparak zenginleştirdi. Onun yapıtları insan ruhunun tahlilini, bir psikanalist tarafından çözümleniyormuş gibi okurunu ele geçirmeyi başardı. Kuyucaklı Yusuf (1937), İçimizdeki Şeytan (1940), Kürk Mantolu Madonna (1943) romanları Türkiye'deki edebiyat çevrelerinin takdirini toplayarak hem 20. yüzyılda hem de 21. yüzyılda etkisini sürdürdü.
Akbaba ve Çağlayan gibi dönemin önemli edebiyat dergilerinde şiirleri yayımlanan yazar, Anadolu'da kısa süre öğretmenlik de yaptıktan sonra Türk devleti tarafından dil eğitimi için Almanya'ya gönderildi. Türkiye'ye döndüğünde Almanca öğretmeni olarak göreve başladı. Siyasi düşünceleri nedeniyle tutuklanmalar da yaşayan yazarın aynı nedenlerle öldürüldüğü düşünülüyor. Sabahattin Ali ayrıca, yazar Aziz Nesin ile birlikte farklı isimlerde dergiler de yayımladı
1915 yılında dünyaya gelen yazar ve gazeteci Aziz Nesin, 1940’lı yıllardan 1990’lı yıllara kadar verdiği yapıtlarla hem Türk edebiyatına hem de gazetecilik mesleğine damgasını vurdu. Onun en sağlam dayanağı, mizah ve çocuklardı. Kara mizah geleneği onun farklı türlerde kaleme aldığı yapıtlarında kendini gösterirken çocukların eğitiminin en önemli gelecekte “en önemli kurtuluş yolu” olduğuna inanıyordu. 1937’de Ankara Harp Okulu'ndan mezun olup 1944 yılında subaylığı bırakarak gazete yazarlığına geçiş yaptı. Nesin, Millet Dergisi ile başladığı yazarlık hayatına yazar Sabahattin Ali ile birlikte Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Alibaba adlı dergileri çıkararak devam etti. Kısa sürede dünya çapında tanınan bir mizah yazarı oldu. Bunun yanında kendi başına yayınladığı Zübük isimli bir dergisi bulunmaktadır. Bir yayınevi de kuran Aziz Nesin, pek çok ödüle layık bulunmasının yanı sıra farklı türlerde de çok sayıda kitap kaleme aldı. İsmi halen, ihtiyaç sahibi çocukların eğitimi için 1972 yılında kurduğu Nesin Vakfı ile yaşamaktadır. Aziz Nesin, 6 Temmuz 1995'de geçirdiği kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Yazarın bütün şiirlerinin yanı sıra, tiyatro ve sinemaya da uyarlanan Zübük, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Şimdiki Çocuklar Bir Harika, Azizname, Bursaname ve Surname gibi pek çok eseri bilinmektedir.
Gazetecilik, dergicilik, ansiklopedicilik, çevirmenlik, araştırmacılık ve yazarlık… Bir kadın ve beş parmağında beş ayrı yazın yeteneği… Sabiha Sertel’in Türkiye Cumhuriyeti’nin örnek kadınlarından biri olması boşuna değil. Toplumcu gerçekçilik denince ilk akla gelen isimlerden Sabiha Sertel, gazeteci ve yazar eşi Zekeriya Sertel gibi yaşamını kalemine adayanlardan. Sabiha Sertel’in özellikle Tevfik Fikret – Mehmet Akif Kavgası (1940) ile Tevfik Fikret İdeolojisi ve Felsefesi (1946) kitapları dönemine damga vururken, günümüze de miras olarak kalmış önemli eserlerdendir. 1968 yılında Bakü’de dünyaya gözlerini kapayan Sabiha Sertel’in Roman Gibi adlı romanı da öldükten hemen sonra, 1969 yılında, yayımlandı.
Ermeni kadın romancı Zebal Yeseyan, ya da doğduğu zamanki adıyla Zabel Hovhannesyan,1878 yılında İstanbul’un Üsküdar semtinde dünyaya geldi. Yaşı diğer 1940 Kuşağı edebiyatçılarına göre ileri olsa da özellikle yaşamının son döneminde verdiği eserleriyle 1940’lı yıllara damgasını vurdu. Edebiyat çevrelerince yakinen tanınan Yeseyan, savaş yıllarına Osmanlı, Rusya ve Fransa topraklarında tanıklık etti. Özellikle, Meliha Nuri Hanım, Yıkıntılar Arasında adlı kitaplarıyla okuruna ulaştı. Yeseyan, 1943 yılında Sibirya’da yaşama veda etti. Yazarın diğer yapıtları ise Son Kadeh, Silahtar’ın Bahçeleri, Sürgün Ruhum, Bekleme Odasında olarak biliniyor.
Kaleme aldığı her yapıtında toplumu, insanı ve insana ait her durumu kusursuzca tasvir etmeyi başarmış Türk edebiyatının en önemli kalemlerinden biri olan Peyami Safa, 1899 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası bir şair olan Safa, çok küçük yaşta geçirdiği bir kemik hastalığı nedeniyle öğrenim hayatını zorlu geçirdi. Yazar bu durumunu, onun en çok bilinen ve sevilen eserlerinden biri olan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanına bunun etkilerini yansıtmıştır. Safa, yine de azimli bir genç olarak Boğaziçi Rehber-i İttihat Mektebi’nde Fransızca öğrenim gördü. Burada Psikoloji ve pedagoji üzerine eğitim aldı ve daha sonra bu okulda öğretmenlik yaptı. Dönemin gazetelerinde Fransızcadan çevirdiği bazı öyküleri yayımladı. Öğretmenlik ve gazetecilik yaşamına kardeşi İlhami Safa ile birlikte çıkardıkları “Yirminci Asır” adlı gazete ile devam eden yazar, Cumhuriyet, Tercüman, Milliyet gibi önemli gazetelere yazılar verdi. Psikolojik romanın öncülerinden biri kabul edilen Safa’nın “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”, “Fatih Harbiye”, “Mahşer” yapıtlarındaki insana dair çözümlemeler bugün halen edebiyat makalelerinin konusu olmaktadır. 1940’lı yılların önemli yazarlarından biri olmayı başaran Safa, Server Bedi mahlası altında “Cingöz Recai” gibi kitaplar da yayımlamıştır. Safa’nın ilk romanı Sözde Kızlar’dır. “Bir Tereddütün Romanı” adlı kitabı, tıpkı “Mahşer” adlı eseri gibi toplumdaki ahlakî bozulmayı ele aldı. “Matmazel Noraliya”nın Konuğu kitabındaysa yaşadığı sıradışı olayları materyalist ve pozitifist değerlerle açıklamaya çalışmıştır. Yazar, 15 Haziran 1961’de yaşama veda etmiştir.
Mehmet Rıfat Ilgaz, 1911 yılında Kastamonu’nda doğdu. 1936’da Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde Edebiyat bölümüne girdi ve 1938'de mezun oldu. İstanbul'da hem Türkçe öğretmenliği yapıyor hem de fakültede felsefe okuyordu. II. Dünya Savaşı'na denk gelen bu dönemler daha sonra edebiyatında da oldukça etkili oldu. Karartma Geceleri romanında bu etki hissedilmektedir. Şiirler yazdı. Sınıf kitabı nedeniyle hapishane ile tanıştı. Veremle mücadelesi öğretmenlik mesleğinden uzaklaşması anlamına geliyordu. Hayatı dergi ve gazetelerde şiir yazarak geçiyordu. Devam adı kitabı toplatıldıktan sonra sürgüne gidecekken 27 Mayıs 1960 Darbesi patlak verdi. Kendini edebiyata verdi. 1966'da Ilgaz'ın oyunlaştırdığı Hababam Sınıfı romanı önce tiyatro sahnelerinde sonra da sinema perdesinde bir klasik olarak tarihe geçti. Ertem Eğilmez'in yönetmenliğinde çekilen Hababam Sınıfı filmleri bugün kült Türk filmleri arasında ilk sıradadır. İstanbul’da 1993 yılında ölen Rıfat Ilgaz’ın kitapları halen raflarda yerini korumaktadır.
Asıl adı Mehmet Behçet Gönül olan ve İstanbul’da 1916 yılında dünyaya gelen usta şair Behçet Necatigil, başta 1940 kuşağı şairleri olmak üzere kendinden sonraki 10 yıllarda yetişen şairleri de etkilemiştir. Aslında bir öğretmen olan ama şiir tutkusundan vazgeçmeyen Necatigil, 1979 yılında yaşama gözlerini yumana kadar çeviriler yapmış, antoloji ve sözlük hazırlamış, radyo oyunları kaleme almıştır. Genç şairlere babalık da yapan Necatigil’in toplu şiirleri bugün her kitap kurdunun kütüphanesinde baş sırada yerini almaktadır. Modern Türk şiirinin oluşumuna doğrudan katkı sağlayan şair, herhangi bir edebi akıma bağlı kalmamış, bağımsız bir şair ve fikir adamı olarak yapıtlar vermiştir.
O, Türk edebiyatında şiir türünün en naif isimlerinden biri. Dönemin tüm değerli yazar ve şairleri gibi ne maddi ne de manevi bir karşılık alamadan, zorluklarla edebiyat alanında yapıtlar vermiş, şiirler kaleme almıştır. 1940 Kuşağı edebiyatçılarından Halit Asım, Ömür (1940) adlı eseriyle bugün halen kitap kurtlarınca okunabilmektedir. 1918’de Burdur’da doğan, 1941 yılında İstanbul’da ölen şairin şiirleri Varlık Dergisi başta olmak üzere dönemin önemli dergilerinde yayımlanmıştır.
Öykü ya da roman yazarı değildi. Fakat edebiyatın; deneme, eleştiri, günlük ve çeviri türündeki eserleri ile Türk edebiyatının en önemli yapıtaşları arasında yerini aldı. Nurullah Ataç, bugün halen adının geçtiği her yerde saygı uyandıran bir usta kalem olarak tanınmaktadır. Devletin değişik kademelerinde uzun süre mütercim olarak çalışan Ataç, yazılarıyla genç şairlerin tanınmasında büyük katkı sağlamıştı. Edebiyatımızda eleştiri türünün yerleşmesinde emeği paha biçilemez olan yazar, Türkçenin özleşmesi, arılaşması için yıllarca çaba sarfetmiştir. Yazılarında hiç yabancı sözcük kullanmadı. Belli bir dönemden sonraki hiçbir yazısında, “ve” sözcüğünü Arapça olduğu için kullanmadı. Devrik cümlelerle yazdı, devrik cümlenin doğruluğunu savundu. Böylece 1940’lı yıllardan 1950’li, 1960’lı yıllara uzanan pek çok genç yazarı etkiledi. Çeviri alanında da 50'ye yakın eser verdi. Yaşamının son iki yılında yazdığı günlükleri de bilinmektedir. Deneme ve eleştiri yazıları Günlerin Getirdiği, Karalama Defteri, Sözden Söze, Ararken, Diyelim, Söz Arasında, Okuruma Mektuplar, Söyleşiler adlı kitaplarda toplanmıştır. Yazar 1957 yılında İstanbul’da yaşama veda etmiştir.
“Türk öykücülüğü denince akla gelen ilk isim kim?” diyecek olsak kitap kurtlarının aklına ilk sırada Sait Faik Abasıyanık gelir. Adapazarı’nda 1906 yılında dünyaya gelen ve Bursa’daki çocukluk döneminden sonra ömrünün çoğunu Paris yıllarından sonra ailesinin İstanbul Burgazada’daki konağında geçiren Abasıyanık, 1940’lı yıllardan 1950’li ve 1960’lı yıllara kadar kaleme aldığı öykülerle, toplumcu gerçekçilikten gerçeküstücülüğe kadar edebiyatın Türkiye ve dünyadaki gelişimini takip etmiş, katkı sağlamıştır. İlk kitabı Semaver’den sonra 1939 yılında ikinci kitabı Sarnıç’ı yayımlayan Abasıyanık, üçüncü kitabı Şahmerdan’ı hemen ertesi yıl okurla buluşturdu. 22 Mart 1937'de Kurun gazetesinde, ikinci olarak ise 15 Haziran 1940'ta Varlık Dergisi’nde öyküleri yayımlanan Sait Faik, hakkında açılan davalarla da mücadele etmek zorunda kaldı. Haber-Akşam Postası isimli gazete adına muhabirlik yapan yazar, en çok Alemdağ’da Var Bir Yılan öyküsüyle aynı ada sahip kitabıyla bilinmektedir.12 Mayıs 1954 yılında yaşama gözlerini yuman Sait Faik Abasıyanık’ın başlıca kitaplarından bazıları, Mahalle Kahvesi, Son Kuşlar, Şimdi Sevişme Vakti, Havada Bulut, Havuz Başı olarak sıralanabilir.
1902’de Selanik’te doğan ve 3 Haziran 1963 yılında ölen dünyaca ünlü şairimiz Nazım Hikmet’in adını, “1940 Kuşağı Edebiyatçıları”nda geçirmemek asla olmazdı. Ömrünü cezaevi ve sürgünlerde yoksulluk ve hastalıklarla geçirmek zorunda olan Türk şair Nazım Hikmet Ran’ın Memleketimden İnsan Mazaraları adlı şiir kitabını buraya bir saygı duruşu göstergesi olarak bırakıyoruz.
Her mısrasına hürmetle…