Tükendi
Gelince Haber VerSağlıklı ve mutlu anlarında sevip sevildikleriyle kalabalıklaşan insanoğlu, hüzün ve acıların pençesine düşmeye görsün, kendi acısını anlayabilen sadece kendisidir. Hastaneye yatan bir hasta ise gerçekten yalnızdır. Onun derdine deva olan, temas kurabileceği, yardım isteyeceği kişi hemşiresi yani kız kardeşidir. Günlük koşuşturma arasında hasta, genelde gündüzün nasıl geçtiğini fark etmez ama akşam mesai bitip son ayak sesleri klinikten çekildikten sonra yavaş yavaş güneş batar. Karanlık çöktükçe hasta da karamsarlığa kapılır, artık tekrar güneşi görüp göremeyeceğine dair umutsuzluk içinde yüzerken onun tek güvencesi koridorlardan yansıyan hemşirenin ayak sesleridir. Onlar, hastalarının içindeki karanlığı cansiperane aydınlatmaya çalışan, yalnız bir gece feneri gibidir.
Hekimler, çalıştıkları hastaneleri güllük gülistanlık görürler, halbuki her hastanede gece karanlık vardır. Ölüm anı her durumdan, her karanlıktan farklıdır ve çoğu ailede, aile bireyleri bile, bu anı yaşamak istemezler. *Savaş ve Barış* romanında Tolstoy şöyle ifade eder: Ölmekte olan bir hayvan gördüğü vakit insanın bütün varlığını bir dehşet duygusu kaplar. Çünkü gözlerinin önünde bir canlı apaçık bir şekilde silinip gitmektedir. Ama ölen bir insansa, hele sevilen bir kişiyse o zaman onun yok oluşu, yaşamının sona erişi karşısında dehşet duygusunun yanı sıra ruhunda bir yara açılır. Bu yara tıpkı bir beden yarası gibi insanı öldürebilir. Büyük yazarın ölüm karşısında insanın duyduğu çaresizliği, dehşeti ve kederi anlatan tümceleri karşısında ne söylenebilir? Çoğu aile, hastanede gece yarısı hayatını kaybetmekte olan hastanın yanında ya bulunmaz ya da bulunmaya katlanamaz. O zaman kendisine yabancı bir mekanda yalnız olarak bu dünyadan ebediyete göç eden hastanın yanında kim vardır? Tabi ki tüm yaralarımızı görebilen hemşirelerimiz, yapayalnızlığımızı paylaştığımız ve paylaşacağımız…
Prof. Dr. Em. Tümg. M. Zeki Bayraktar